4 Aralık 2016 Pazar

Teknoloji Stajı '16

   Teknoloji stajımda bu sene mimarlığın ve tasarımın ayrılmaz bir parçası olan video ve film yapmayı öğrenmek istedim. Geçen sene görselleştirme programlarını yoğun bir şekilde kısa sürede öğrenmeye çalıştığımız için onlara yeterince zaman ayıramamıştım. Tekrar üzerinde durmayı istediğim Adobe Illustrator'da linework çalışmaları yaptım. Birinci sınıfta öğrenmeye başladığımız ama mantığını tam olarak kavramadan ezbere çalıştığımız Grasshopper'da ise yeni geometriler üretmeye çalıştım.


Adobe Premiere Pro Training

   Premiere daha önce basit videolar yapmak için kurcalayarak öğrendiğim bir program olsa da benim asıl olarak yapmak istediğim çift kanallı video enstalasyonunu üretebilmek için daha fazla teknik bilgiye ihtiyacım vardı.
   Beginning seviyesinde olduğum için eğitimin ilk kısmı programın arayüzünü tanımaktan oluşuyordu. 

   Videoları programa import ettikten sonra edit kısmı başladı.



   Yatay kronolojik aksta ilerleyen timeline'a sürüklenerek bırakılan videolar arka arkaya koyulduktan sonra istenilen uzunluklarda kesilerek editlenebiliyor ve buradan 'düz kurgu' tekniği ile üretilmiş bir video çıkarılabiliyor.


    Timeline'da iki video dosyasını V1 ve V2 olacak şekilde iki sekansta aynı anda yürütmek videoların aynı anda gösterilmesine yarıyor. Fakat ikisinin de ekran boyutu aynı olduğu takdirde sadece üstteki video görülebilir. Bu iki videonun aynı anda görülmesinin tek koşulu görüntü boyutlarını değiştirmek. Bunun için Effect Controls penceresindeki scale tool kullanılıyor. 


   İki görüntü de %50 scale edildiğinde ekranın 'aspect ratio'su değişiyor ve iki görüntü de bir ekrana sığabilecek boyutlara geliyor.
   Bu yöntem rönesans resminde başlamış 'diptych' yani çift kanallı görüntü yaratmak için kullanılıyor. 

Sonuç ürün olarak elde ettiğim video yapmak istediğim şeyin hayata geçirilmiş hali olduğu için premiere'de biraz daha bilgi sahibi olduğum için mutluyum. Videonun linki burada.

Lynda.com Premiere Pro eğitimi sertifikası

Grasshopper

   En sık kullandığım tasarım programı Rhino'nun en keyifli plug-inlerinden biri olan grasshopperı biraz daha iyi anlamak için birkaç egzersiz yaptım. Sıfırdan geometriler üretmek yerine internetten bulduğum belli başlı geometrik fenomenleri tekrar üretme yolundan ilerledim.
   Bu geometrilerin oluşumunu rhino terimleri olmadan açıklamak mümkün olmadığı için yarı türkçe yarı ingilizce bir anlatım kullanacağım ( bunun için şimdiden üzgünüm.)

 Simit


   Bir çokgenin bir daire etrafında her adımda birkaç derece rotate edilerek sweeplenmesiyle oluşan geometri. Aslında özel bir ismi yok fakat dosyaya 'simit' adını verdiğim için bu şekilde adlandırmaya devam edeceğim.
   Grasshopperın en iyi yanı üç boyutlu geometrilerdeki parametrik değişikliklerde cisimleri tekrar üretmek zorunda kalmamak. Yani simitin ana elemanı olan çokgen bir üçgen de olabilir bir onsekizgen de. Ya da dönme açıları değiştirilerek dalga efektini veren aksın hareketi değiştirilebilir.


   Kod sistemi baz olarak dairenin merkezini oluşturan nokta, daire , tekrar eden çokgen , rotate tool'u , şekle boyut kazandıran extrude tool'u ve cap tool'undan oluşuyor.Geri kalan her öge bu parametrelerin sayılarını değiştiren slider'lar.

Sonuç ürünler 

Mobius Geometrisi 



Parametrik Duvar 







Adobe Illustrator

    Illustrator'da vektör bazlı çalışmanın en keyifli yanlarından biri linework olarak adlandırılan çizimleri yapabilmek.
Burada üretilen grafiklerin hepsi bir afişin ya da bir kapağın parçası olmaya hazır gözüküyorlar.


   Gezi stajı için Roma temalı bir kapak tasarımı yapmayı planlıyordum fakat çizdiğim binalardan bir desen oluşturma işini yarıda bıraktığım için Photoshopta fotoğraflardan ürettiğim kolaj kapakta yerini aldı. 


Renkli bir görseli monochrome hale getirme denemeleri .


Sadece mimarlık ve çevresindeki şeylerle sınırlı kalmayıp Game of Thrones dizisindeki Baratheon hanesinin simgesini içeren bir ikon denemesi de yaptım. 


Gezi Stajı 16'

Roma


 Roma'da bulunmak devasa bir açık hava müzesinin içinde zaman geçirmek gibi. İçindeki kalıntıların üstünden yüzlerce yıl geçmesine rağmen şehir bu geçmişin üzerine kurulu, antik eserler bile geçmişten kalan hayaletler gibi değil, hala oradalar, yaşıyorlar ve kentin bugünkü kimliğini oluşturuyorlar. 

 Roma'da geçirdiğim doldoplu haftayı, çektiğim yüzlerce fotoğrafı ve yaşadığım harika deneyimlerin hepsini paylaşma fırsatım olamayacağımı bildiğim için kendime bir yöntem belirledim. Kenti merkez ( il centro ) , çeper ( il margine ) ve tiber karşısı (attraverso tiber ) olarak üç kısıma ayıracak ve günleri her birine bölüştüreceğim. Böylelikle neredeyse her gün her yerde olmaya çalıştığım çılgın zamanların kronolojisini yakalamaya çalışmak yerine daha sınıflandırılmış ve sadeleştirilmiş bir anlatımla karşılaşabileceksiniz.


1.Gün IL MARGINE




                             'IL MARGINE' Kolaj : İlayda Keskinaslan
  Gezim kalacağım bölge olan Tiburtina'dan başladı. Tiburtina, Roma'nın tarihi merkezinin sınırı sayılan Termini'nin hemen arkasında başlayıp üniversiteler ve yeni yerleşimlerle birlikte genç nüfusun çoğunlukta olduğu bir bölge. AirBnb ile seyahat etmenin en güzel yanı olan 'yerli gibi yaşamak' deneyimini tam olarak burada yaşadığım söylenebilir. 
  Geniş bir avlu etrafında dizilmiş apartmanlar ve bunların oluşturduğu sonsuz blokların sonunu tam olarak kestiremediğim bir yere gittiği Tiburtina tam bir mahalle havası taşıyor. Yerel 'tabacchi'ler , cafeler ve dükkkanlarla dolu sokaklar tüm bu bölge boyunca aynı ve bir Roma'lının günlük yaşamı hakkında bize bir sürü bilgi veriyor. Her şey gürültülü ve abartılı bir şekilde hallediliyor. Günaydınlaşarak apartmandan çıkmak, coffeshoptan bir espresso almak ve motoruna binip işine/okuluna doğru yol almak türlü aksiyonlarla ve bitmeyen cümlelerle uzun bir seremoni halini alıyor.

Roma sokakları her yaştan ve her kesimden insanla dolu ve daima hareketli.

  Burada zaman algısı dünyanın geri kalanından çok daha farklı. İnsanlar bazen hiç aceleleri yokmuşçasına, hatta ve hatta aylakçasına menüden (aslında hep seçtiği ) kahveyi seçiyor , bazen de başkası yüzünden kaybettiği 20 saniye hayatından büyük şeyler alıp götürmüş gibi sinirlenebiliyor. Bu bipolar durumu kentin içinde bulunduğu dualizme yormayı seçiyorum. Roma aynı anda binlerce yıllık skaladaki karakteri içinde barındırıyor. Zamanın daha yavaş geçtiği antikite döneminden kalan binlerce yıllık mağrur ve sükunet içindeki yapılarla, günümüzün kapitalist acelesinde ortaya çıkıvermiş binalar aynı toprakları paylaşıyor. Ve kentteki bu karakter bozukluğu (aynı zamanda bir sentez harikası olarak da nitelendirilebilir. ) sanıyorum ki insanlara da yansıyor. 


     Kaosun ve gürültünün hakim olduğu klasik bir Roma cafesi.


   Merkezin dışında kalan , benim çeper olarak adlandırdığım kısım genel olarak yeni yerleşimler, zengin rönesans ailelerinin villaları ve bunları saran parklardan oluşuyor. 
   Rönesans dönemin villaları tipik olarak kentin dışında veya içinde olmasına göre değişiklikler gösteriyorlar. Kentin dışındakiler daha içine kapalı bir yapı ve geniş bahçelerle dışarıya kapalı bir izlenim oluştururken kentin içinde olanlar revaklı giriş katları ve daha makul boyutlardaki bahçeleri ile çevreye uyum sağlıyorlar. Bu ayrım Villa Medici ve Palazzo Barberini arasında kolayca okunabiliyor. Zamanında da sanatın en büyük destekçileri olan Mediciler ve Barberinilerin evleri günümüzde sanat galerileri olarak varlıklarını devam ettiriyor.

    Villa Medici'nin kenti yukarıdan gören manzarası 

   Palazzo Barberini, Bernini ve Borromini gibi iki büyük sanatçının yıllar içinde tamamladığı bir yer. Borromini'nin oval merdivenleri naturel formlardan oluşurken , Rönesans'ın antikiteye olan merakı ile tekrar ortaya çıkmış altın oranlar ve rönesans resminin gözdesi perspektif evin giriş kısmındaki revaklı alanda ortaya konuyor.




Palazzo Barberini'nin avlusu kolonadlı bir geçişle eve bağlanıyor.

   Villaların çevrelerinden başlayıp şehrin taşra sınırlarına kadar devam eden uçsuz bucaksız parklar bu bölgede yer alıyor. Villa Borgese'nin de içinde bulunduğu Borghese parkı  iki gölet , bir hayvanat bahçesi ve Borghese ailesine ait onlarca köşk içeriyor.


Bioparco di Roma 1911 yılında açılmış olmasına rağmen parkın içindeki diğer köşklerlerin dönemdaşı gibi tasarlanmış.

2.Gün IL MARGINE


   Colloseo ve Roma forumu kentin tam olarak sınırında yer alıyor. Bu kadar büyük ve göz alıcı bir şeyin beton ve kumdan inşa edilmiş olması insanı hayran bırakıyor. Strüktürel mükemmelliğini triptik düzeninden almasının yanı sıra bir stadyum kesidi çözmek gibi yeni arayışların da çözümlerini içeriyor Yaklaşık 65.000 kişiyi içine alabilen bu dev yapı şu ana kadar inşa edilmiş en büyük amfitiyatro. Klasik mitoloji oyunlarının canlandırıldığı , vahşi hayvanların dövüştürüldüğü , gladyatörlerin tüm halkı birleştirdiği bu nokta aslında Roma imparatorluğunun hem katalizörü hem de bağlayıcısı. Antik roma hamamlarının halkı sağlıklı tutarken onları siyasete yöneltmesi gibi kolezyumdaki etkinlikler de halkı kritik durumlarda oyalıyor ya da onları cesaretlendiriyordu. Bu tip kentsel ölçekte öneme sahip yapılar sadece içindeki işlevi gerçekleştirmeye hizmet etmiyor aynı zamanda siyasal bir önem de arz ediyor. 


Colloseo sadece içine girildiğinde anlaşılabilecek dev bir ölçeğe sahip.

  Roma'da beni en çok heyecanlandıran şeylerden biri kentin geçiş noktalarındaki eski - yeni ikiliği. Düzgün kesme taş mimarisiyle gizemli ve ağırbaşlı bir karaktere sahip bir kilisenin karşısında cam cepheleriyle herkese kendini gösteren ve yenilikçi ruhlu bir modern sanat müzesi yer alabiliyor. 
  Bu ikili herhangi başka bir durumda çok uyumsuz olabilecekken Roma'nın büyülü atmosferinde her şey birbiriyle olağanüstü bir şekilde harmanlanıyor.


  Kentin yeni ile eski arasındaki' geçiş noktaları'ndan biri.

 Roma'da mimarlık var olan her şeyi koruma iç güdüsüyle neredeyse bir restorasyon pratiği haline indirgemiş. Sıfırdan yaratmak değil yenileme ya da yeniden üretim söz konusu. Mimarlık alışkanlıkları kent ile birlikte insanları ve sanatçıları da etkilediği için insanlarda bu konu ile ilgili bir farkındalık var. Mimarlıkta 'yeni'yi üretemeyenler modern sanatta eleştirel projelerle kendilerini yansıtıyor. Kendileri ne kadar eskiden olurlarsa olsunlar fikirleri günümüzün sınırlarını zorlayacak kadar ilerici oluyorlar.


1944 doğumlu Fausto delle Chiaie modern Roma sanatının en güçlü öncülerinden.

Chiaie'nin sokak sergilerinden biri olan 'Responsible for Everything' benim Chiaie'yi duvarın önünde dururken çizip ona bu çizimi hediye etmemle bir adım daha genişledi.


3.Gün IL CENTRO



'IL CENTRO' Kolaj : İlayda Keskinaslan

   Şehir merkezinde ilk gittiğim yer Pantheon oluyor. Küçüklüğümden hatırladığım birkaç şeyden biri Pantheon'un içinde hissettiklerim , beni mimar olmaya iten şeylerden en önemlisi olan hayranlık hissi yeniden uyanıyor. Antik Roma'nın tüm tanrıları için inşa edilmiş bu tapınak bir yapının alabileceği tüm övgüleri hakediyor. İçinde bulunduğum her saniye bana hissettirdiği gizemli gücü tavanındaki 9 metre genişliğindeki açıklık Oculus'tan sızan ışık huzmelerinden , 43 metrelik dev kubbesinden ve binlerce yıldır yerlerinde duran taş ve tuğlalarından alıyor. Daha sonra kiliseye dönüştürüldüğü için yıkılan pagan heykelleri içinde bulundurmasa da buranın bizim bildiğimiz ve anladığımız medeniyetlerin dışında bir inanca sahip insanlar tarafından yapıldığı anlaşılabiliyor. İç mekanının insan üzerinde yarattığı etki, eski ustaların geometrinin mucizelerini ne kadar iyi bildiğini bize tekrar hatırlatıyor.


Gün batarken Pantheon'u çevreleyen binaların arasından sızan güneş, binayı her zamankinden daha mistik hale getiriyor. 


Kentin sokakları her ne kadar dar olsa ve birbirine benzese de şehir sanki büyük bir oyunun yönlendirici parçalarıymış gibi insanı tüm önemli yapılarına sırasıyla götürüyor.

   Piazza Navona, eski bir stadyumun üstüne yapılmasının getirdiği ovallikle çevresindeki sokaklardan insanları kendine çekiyor. Yapıldığı dönem kentin pazarının buraya aktarılması ile bir anda en önemli kentsel meydanlardan biri haline gelen Piazza Navona günümüzde de en çok ziyaret edilen yerlerden biri . Bernini'nin Fontana dei Quatto Fiumi'si tek başına bu meydanda yer aldığı takdirde bile bütün bir günü burada geçirmek isteği uyandıracak olsa da onun yanında daha az bilinen iki çeşme daha var. Roma imparatorluğunun çok ulusluluğunu , büyüklüğünü ve dünyadaki egemenliğini simgeleyen Doğu'nun egzotik topraklarından gelmiş obelisklerden bir tane de burada yer alıyor. 


Piazza Navona tek başına Roma'nın tüm dokularını içeren bir derleme gibi.

   Roma'da tartışmasız en sevdiğim bölge olan Campo di Fiori (Field of flowers ) bölgesi günümüzde Roma'nın pazarlarının en yoğun olduğu yer. Halkın ortaçağdan beri toplanıp alışveriş yaptığı bu meydan neredeyse hiçbir zaman kentsel planlama ile düzenlenmemiş.  Bu sebeple  yapıların birbirleri ile ilişkileri, aralarındaki boşluklar tüm mahallenin ortaçağdan bir kesitmişçesine hala aynı havada kalmasını sağlıyor. Fakat ortaçağın anıları her zaman göze hoş gelen şeylerle sınırlı değil. Her daim mutlu gözüken bu meydan eskiden infazların gerçekleştiği yerlerden biriymiş. Ve meydanın merkezinde yakılarak öldürülen felsefeci Giordano Bruno'nun heykeli yer alıyor. Bu bana olumsuzluklardan ziyade aydınlanmanın değerini hatırlatıyor.



Campo di Fiori günümüzde bile ortaçağın kaosunu yansıtan karakterini koruyor.

  Campo di Fiori'deki sokaklardan birinde karşıma hiç beklemediğim bir rönesans evi çıkıyor. Burası Leonardo da Vinci'nin ikamet etiği sanılan nokta. İçeride Leonardo'nun çizimlerinden esinlenilerek yapılmış icatların birebir maketleri var. Avluda gördüğüm sadece geçme kullanılarak üretilmesi tasarlanmış ahşap köprü prototipi strüktür bilgilerimi , fizik kurallarını ve genel olarak hayatı sorgulamama neden oluyor...






4.Gün 

   19.yy'ın sonlarında İtalya'nın tamamen birleşmesi şerefine yapılmış Altare della Patria (Altar of the Fatherland) ürkütücü bir şekilde şehir merkezinin tüm büyük bulvarlarından bakıldığında görülebiliyor. Bu dev altar insan ölçeği ile kavranamayacak büyüklükte. Tek bir iç mekandan oluşmadığı için Pantheon'un içine girildiğinde hissedilen şeyin orantısal olarak 100 katını oluşturmuyor fakat dışından altarın tamamını bir bütün olarak algılamak için yüzlerce metre uzağa gidilmesi gerekiyor. 
   Altare della Patria mimarinin siyasi ideolojilerin en büyük kozlarından olduğunu bir kere daha bana hatırlatıyor. Nazi Almanyası'nın yükselişinde halkı en çok etkileyen ögelerden biri Albert Speer'in tasarladığı ve binbir yokluk içinde Almanya'nın tüm varlığının kullanılarak yapıldığı devasa ve etkileyici yapılardı. Bu güç gösterisi tarihte her zaman işe yaradı ve hala işe yarıyor. Altar şehrin tüm sokaklarından bizi izliyor, İtalya'nın daimi gücünü hatırlatma görevini yerine getiriyor.

Altare della Patria şehrin en uzak noktasından bile görülerek varlığını daima kenttekilere hissettiriyor.


   Ara sokaklarda amaçsızca gezerken Fontana di Trevi yolların en daraldığı yerden sonra, en beklenmedik anda karşımıza çıkıyor. Devasa boyutları, inanılmaz işçiliği ve sade rengiyle insanın gözünü ayırmadan saatlerce izleyebileceği bu eser Roma'nın en büyük barok çeşmesi. Papa çeşme yapması için işi Bernini'ye verdiğinde çeşme yapılamadan papanın ölümüyle proje devam edememiş olsa da Bernini'nin yaptığı ilk çizimlerdeki temalar ve heykeller Nicola Salvi'nin yaptığı işi büyük ölçüde etkilemiş hatta ona yön vermiştir. Heykellerin dramatik etkilerini veren en önemli şey yakın zamanda eklenmiş aydınlatmalar değil heykellerin helenistik ilkeler esas alınarak bir hareketi ve duyguyu yansıtacak şekilde tasarlanmasıdır. 


Trevi çeşmesi tanrıların dünyasının karmaşasını insana hissettiriyor.



5.Gün ATTRAVERSO TIBER


'ATTRAVERSO TIBER' Kolaj : İlayda Keskinaslan

   Roma güzel yemekleri dışında dinin de başkenti. İçindeki sayısız kiliseden diğer bölümlerde bahsetmek yerine Vatikan ile birlikte kiliselerin burası için öneminden bahsetmeyi düşündüm.
   Roma'nın pagan kimliğinden Hristiyanlığa geçişi döneminde burada şehit (martyr) olan azizlerin Hristiyanlık için öldükleri yerlere inşa edilen bazilikalar şehri dış çeperlerine doğru genişleten ilk yapılar. İlk dönemlerde 'yeri işaretlemek' amacıyla yapılan bu yapılar zaman içinde yıkılıp genişletilerek daha büyük kiliseler halini alıyor. Dünyanın her yerinde kendileri için binlerce kilise inşa edilen azizlerin müritleri dinleri için mimarlığın ve sanatın sınırlarını zorluyor. Ve sonuçta din uğruna yapılan onlarca kötülüğün arasından hatrı sayılır miktarda somut ürün çıkıyor. 


Hristiyanlığın hikayelerinin anlatıldığı fresklerde alt duvarda soylu ve ölümlülerin hikayeleri anlatılırken, yukarıya doğru azizler , kutsal olan melekler ve kubbede de İsa, Meryem veya Tanrı yer alıyor.

   Vatikan'ın kalbinde yer alan San Pietro Bazilikası Roma'daki en heyecan verici yapılardan. Yüz yılı aşkın yapım süresi, önündeki devasa barok meydanı ve Bramante , Michelangelo, Raphael, Maderno ve Bernini gibi efsane insanların elinden sırasıyla geçmiş dünyanın en yüksek kubbesi bile bu yapıya saygı duymaya yetiyor. 


San Pietro Meydanı tasarlanırken perspektifin getireceği optik bozulmalar hesaplanmış ve bazilikadan bakıldığında meydan mükemmel simetrisini koruyacak şekilde üretilmiş.

   Vatikan müzeleri önündeki bitmek bilmeyen kuyrukta hiç zaman kaybedilmese bile bir günde asla bitmeyecek bir yer. Yıllar boyunca papaların koleksiyonlarının burada biriktirilmesiyle oluşturulan bu devasa koleksiyon konu hakkında hiçbir fikri olmayan bir insanı bile Hristiyanlık tarihi meraklısına dönüştürebilecek kadar yoğun ve güçlü anlatımlı eserlerle dolu. 



   İdolüm olarak benimsediğim Raphael'in sade renk skalası ve muhteşem mekan algısını , Caravaggio'nun tipik dramatik ışık altındaki kaotik tablolarını , Titian'ın cüretkar Venüs'ünü görmeden önce binlerce ve binlerce heykelin önünden geçiyorum. Aslında hepsi dönemlerinin en yetenekli insanlarının muhteşem ürünleri fakat yolun sonundaki Sistine Şapeli'ni ve tüm diğer freskleri düşününce bir anda hepsi gözüme aynı geliyor ve hızlı adımlarla , sanki tüm dünya harika mermer heykellerle kaplıymışçasına tabloların olduğu bölüme doğru yol alıyorum.
   

   Burada gördüklerim beni günümüzden çok ama çok uzaklara götürüyor. Cebimdeki telefonum hafızamdan çıkıyor ve etrafımda bir yerlere gitmeye çalışan binlerce insan yok oluyor ve ben tablolarla başbaşa kalıyorum. Her bir tabloyu incelerken kendimi ressamın yerine koyuyorum ve benden öncekilere nasıl bir yenilik getirebileceğimi düşünüyorum. Ustalara saygı kuşağı gibi bir mekanda insanın kendini çok küçük ve işe yaramaz hissettiğini düşünüyorum. Bu yüzden yasak olmasının dışında burada hiç fotoğraf çekmememin nedeni kendi haliyle, salt bir şekilde mükemmel olan bu eserleri küçük bir telefon ekranında dijitalleştirmekten bir manada utanıyor olmam oluyor. 

     Roma gezisi biterken hissettiğim tek şey, dünyada görmeye değer çok şey olmasına rağmen buraya tekrar gelmek istediğim oluyor.